Yukarı
12

Mehmet Atak

Bayramlar mı eskidi, bizler mi daha duygusal olduk?

31 Ağustos, 2017

   Ülkemizin en eski turizm merkezlerinden olan Balıkesir'in ERDEK ilçesinde doğdum. Eskiler bilirler; Bodrum, Marmaris yokken, Çeşme'nin, Alaçatı'nın adı bile bilinmezken tatil deyince akla Erdek gelirdi. Yetmişli yılların başı, aklımın ermeğe başladığı, ilkokula başladığım yıllar. O zamanın en gözde turistik merkezi Erdek'ten Bursa'ya, ekonomik şartlardan dolayı taşınmak zorunda kalışımız. Ne taşınması, kelimenin tam anlamıyla göçmemiz.

   Bana göre; medenî Erdek'ten köylü Bursa'ya göçüş. Öyle düşünüyorum çocuk aklımla. Nasıl düşünmeyeyim; Erdek Cumhuriyet Meydanında çay bahçelerinin karşısında neredeyse denize sıfır bir evden; Bursa'nın o tarihlerde elektriği suyu olmayan adını bile bilmediğim bir gecekondu mahallesine sürükleniş. O güne kadar hayatımda olan balık, deniz, disko, tekne ve martılardan;  âdetlerini bilmediğim bazen konuştuklarını bile anlamakta zorluk çektiğim yeni komşularımız ve sözde yeni arkadaşlarım. Yani, yedi yaşında bir çocuk için tam bir kültür şoku.

   Bayramlar yaklaşırken, yanıt alamayacağımı bile bile annemi sıkıştırmaya başlardım:

- "Anne, Bayramda gidiyor muyuz?"

   Aslında yanıtı ezberlemiştim:

- "Bilmiyorum, bakarız.. Baban bi şey demedi daha…"

   'Gidiyor muyuz?' diye sorduğumda, 'nereye?' demeden Erdek'i kastettiğimi annemin anladığı gibi, bende onun; 'Baban bi şey demedi' lafının altındaki, 'Ben de istiyorum ama, babana baskı yap da gidelim…' anlamını anlardım.

   Doğal olarak o yıllarda rahmetli babamın ikna olmamasının, sanki naz yapışının ekonomi ve bütçe işi olduğunu anlayabilecek yaşta değildim. Tüm çocuklar gibi ben de bencildim ve benim için sonuç önemliydi. Uzun uğraşlar sonucu Baba ikna edilebildiyse, artık gün saymaya başlanabilirdi.

   Dedemin evinin bulunduğu sokağın adı, "Eski I. Bayram Yeri Aralığı" idi. (Bu bir çocukluk hayali değil, sokağın resmi adı gerçekten buydu.) Bu dar ve toprak sokak, tarihi bir çeşme ile birlikte bir meydana açılırdı. İşte bu meydanda benim bile yetişemediğim yıllarda, annemin babamın çocuk oldukları zamanlarda Bayram Yeri kurulurmuş. Sonraları insanlar sahile yani denize doğru yöneldiğinden bu eski meydanı hatırlayan da kalmamış, önemseyen de.

   Arife

   Genelde Arife veya bir gün öncesi giderdik Erdek'e. Babam bayrama kadar çalıştığı için, biz annemle önceden giderdik. Babam sonra gelirdi. Artık kalacak kendimize ait bir evimiz olmadığından, Dedemlere giderdik. Annem kendi annesi ile, gelin-kaynana gibiydi. Hiç anlaşamazlardı. Aman, bana ne? Erdek'e geldik ya!

   Arife günlerini aslında çok sevmezdim. Çünkü sanki dünyanın tüm temizliği ve tüm yemekleri o gün yapılırdı. Bir kargaşa, bir gürültü, bir toz, kavrulan soğan kokuları ve herkesin bana çatması.

   Kimse beni sevmiyor, kimse benimle ilgilenmiyor.

   Akşam yemeğinden sonra hamam faslı ve yatak. Evin kadınları, zaten yorgun olduklarından hemen uyurlardı. Beni ise heyecandan uyku tutmazdı. Perdenin arasından sızan sokak ışığı huzmesinin; yatağımın yanındaki sandalyenin arkalığına asılmış ütülü yeni bayramlık gömleğimin, sandalyenin oturma yerine muntazam serilmiş eski de olsa en azından yamasız ve belli belirsiz parlayan pantolonumun ve üstü lacivert, kenarları beyaz çizgili ayakkabılarımın aydınlattığı bir odada uyumak ne mümkün…

-"Dönüp durma artık kör olası, uyu artık. Sabaha bir şey kalmadı."

-"Tamam anne!"…

   Ve Bayram

   Erkenden uyanırdık. Bütün gece dönüp duran ben değildim sanki. Mevsimine göre değişir mutlaka ama, hatırladığım Bayram sabahları nedense hep serin olurdu veya bana öyle gelirdi. Ama alt kattaki oturma odasına girince yüzüme tatlı bir sıcaklık vururdu. Çünkü rahmetli anneannem maşıngayı (bir tür fırınlı soba) çoktan yakmış olurdu.

   Rahmetli Dedem Bayram namazına gitmeden önce Sabah Namazını kılardı. Ben de bayramlıklarımı giymiş şekilde, kendi seccademde onu taklit ederdim. Sonra Bayram Namazı için camiye giderdik. Kızardı dedem, 'Normalde caminin yolunu bilmeyenler de gelmiş'. Ben de kızardım, çocuk aklımla içimden; 'Bir müsaade et kardeşim, şurada Bayram Namazı kılacağız, zaten gömleğim ve ayakkabım yepisyeni.'

   Eve gelince, anneannem dahil hepimiz sıraya girer dedemin elini öperdik. Anneannemin dedemin elini öpmesi ilk gördüğümde çok acayip gelmişti. Dedemden alınan harçlık ve anneannemin bayram mendilleri. Misafirlere yakalanmamak için alelacele edilen kahvaltı.

   Şimdi hatırlıyorum: Bir de piyango hazırlardı Anneannem. Kitap kaplama kağıtlarını kare şeklinde keser içine lokum, çikolata, mendil ve para koyar, ağzını lastikle bağlardı. Onları ayrı bir sepetin içinde ve tel dolabın üstünde saklardı. Sadece torunlara çektirilirdi. Diğer çocuklara ise sade şeker. Ama hayal meyal de olsa tüm çocuklara para veya en azından mendil, bekçiye ve davulcuya zarf verildiğini de hatırlıyorum.

   Sonra ziyaretler başlardı: Teyzemler, canım kuzenler, yakın akrabalar, uzak akrabalar, komşular, tanıdıklar, tanımadıklar, Davulcu, Bekçi, Postacı, Çingeneler, Muhacirler, Tatarlar, Pomaklar, Manavlar, Çerkezler, Giritliler, Selanikliler, Üsküplüler, sevdikler, sevmedikler ve hatta mahallenin köpeği, kedisi bile bayramlaşmak için gelirdi. Herkes sanki sırasını bilirdi. Ev ne boş kalırdı ne de üst üste olurdu. Sonradan öğrendiğime göre herkes belli bir yakınlık ve yaş hiyerarşisini takip ettiğinden kargaşa çıkmazmış.

   O günkü çocuk aklımla tüm Erdek halkının Dedemlere bayramlaşmaya geldiğini sanırdım. Arife günü kim yiyecek bu kadar yemeği ve tatlıyı diye dalga geçtiğim yemeklerin ve tatlı tepsilerinin akşama doğru bitişine bizzat şahit olurdum.

   Evin kapısı; rüzgardan çarpmadıysa ya da bilmeyen biri tarafından kapatılmamışsa genelde açık olurdu ama kapalıysa ve çalıyorsa açmak için koştururdum. Her gelen çocukla bir lokum veya tatlıyı götürürdüm. Belki de, o evin çocuğu olmaktan gurur bile duyardım. Ve ben de o kargaşada çok eğlenirdim.

   Bazen kuzenlerle topladığımız harçlıkları yarıştırırdık, 'kim daha çok toplamış' diye. Evde transistörlü bir radyo dışında elektronik bir cihaz yoktu. Gerek de yoktu. Ziyaretlerde hal hatır sorma, sohbet, dedikodu, vefa, saygı, hoşgörü hatta sağ-sol diye siyaset vardı. Ama kavga, terbiyesizlik ve ötekileştirme asla!

* * *

   Zaman akıp gitti. Küçükler büyüdü, ben de büyüdüm, çocuklarım oldu, ama çocukluğumun Bayramları hep burnumda tüttü.

   Dedem, Anneannem ve Babam sırasıyla rahmetli oldular, mekânları cennet olsun. Uzak akrabaların, komşuların, Çingenelerin, Davulcunun, Bekçinin, Postacının, Giritlilerin, Selaniklilerin ve Üsküplülerin yani tüm o iyi insanların ne durumda oldukları hakkında en ufak bir bilgim yok.

   Dedemin kapısı kapandı, Anneannemin maşıngası söndü ve sanki Bayramlar bitti.

   Şimdilerde ben de dede olacak yaşa geldim. Ama biliyorum ki, benim kapım hiçbir zaman Dedeminki gibi olmayacak.

   Koca Usta'nın (Yaşar Kemal) deyişiyle;

   “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.  Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık…”

   Bayramları yaşayanlara ve yaşatanlara selam olsun, herkese iyi Bayramlar.

İZMİR, 31 Ağustos 2017.



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

'Hayat kısa, daha çok Belçika çikolatası yiyin'

Ünlü oyuncu Aslı Enver ile eşi Berkin Gökbudak tatile çıktı. Bir mekanda çekildiği kareleri sosyal medyadan paylaşan Aslı Enver, pozuna "Hayat kısa, daha çok Belçika çikolatası yiyin" not...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Doğada vakit geçirmek cilde olumlu etki ediyor

Araştırmacılar, doğada vakit geçirmenin bağırsak ve cilt sağlığı ile yakından ilişkisini inceleyerek, yeşil alanların insan mikrobiyotasını artırdığı sonucuna ulaştı."Environmental International" isimli dergide yayımlanan makalede, araştırmacılar, ABD ve Avrupa'da kaleme alınan 20 çalışmayı inceleyerek doğa ile insan sağlığı arasındaki yakın bağı ele aldı.

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR