Yukarı
28

Özgür Halıcı

7 Haziran; Öncesi Ve Sonrası...

05 Mayıs, 2015

Malum, seçimlere az bir zaman kaldı. Dört parti kıyasıya yarışıyor. Kimi iktidarını koruma derdinde, kimi oylarını artırma derdinde, kimi de %10 seçim barajını aşma derdinde. Bu seçimde fark yaratabilecek tek parti HDP’dir. Yoksa ne AKP oyları ciddi bir düşüş yaşar, ne de CHP veya MHP oyları hatırı sayılır oranda artar. Seçimlerden sonrasının şekillenmesine etki edecek en önemli olay da yine HDP’nin barajı aşıp aşamayacağıdır.

Bu yazımda dört partinin şu an ki durumlarını inceleyip, ardından yedi haziran sonrasını konuşacağım.

AKP ile başlayalım.

AKP’nin çıkışı, on yıllardır süren düzene karşı bir çıkıştı. Bu gün gelinen noktada, yok etmeye çalıştıkları şeye dönüştüklerini görüyoruz. Gerek “derin” diye nitelendirilen yapıların, gerekse de “bürokrasi ve statüko” olarak nitelendirilen yapıların savunucusu ve işbirlikçisi haline gelen AKP’nin bundan sonraki misyonu, daha çok kişilerin bekasını korumak üzere şekillenecek gibi görünüyor.

Tabi ki burada en önemli figür hala Erdoğan’dır. Bakanından, milletvekiline, valisinden, okul müdürüne kadar birçok insan hala Erdoğan’a yaranma peşindedir. Bu minvalde, Erdoğan’ı Halife  olarak addetmekten tutunda, kutsal değerlerin hepsini bir kişiye mal etmeye kadar her şey yapılır oldu.

AKP’nin açmazlarına değinelim öncelikle;

Birincisi Ekonomik Açmazlar. Gerek dünyadaki gelişmelerden, gerekse ülkedeki gelişmelerden kaynaklı olarak ekonomik veriler geleceğe dair olumlu bir hava estirmiyor. Bu durumun üç tane önemli nedeni var. 1) ABD’nin yıllardır sürdürdüğü düşük faiz ve bol likidite politikasının sona ermesinden kaynaklı olarak dolar maliyetinin artması. 2) Petrol fiyatlarının düşmesinden kaynaklı olarak gelirleri azalan “Petrol İhracatçısı Ülkelerin” gerek dış alımlarını azaltması, gerekse de dışarıya aktardıkları fonları azaltmasından kaynaklı Türkiye’ye gelen dövizin azalması. 3) Ekonomide üretim ve sürdürülebilirliği bir kenara bırakıp, ülkenin sıcak para ve finans sektörüne teslim edilmesi. Geçtiğimiz on yılda dünya çapındaki likidite bolluğu en çok bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yaradı. Ülkeler bu durumu iki şekilde kullandı; ya ucuz fiyatla bulduğu dövizi kullanarak üretim ve ihracat olanaklarını geliştirdi, ya da popülist yatırımlara ve daha çok tüketime yönlendirerek ülkeyi “görece” ucuz fiyattan borçlandırdı.  AKP hükümetleri tabi ki ikinci yolu seçti.

Bir kişiye borç vermek için ya çok güvenmeniz, ya da gerekli teminatları almış olmanız gerekir. Ancak gerekli teminatlar olsa dahi başka bir neden daha gerekir; borç veren kişinin ne kazanacağı. İşte ülkemize gelen sıcak paranın bu kadar çok olmasının temel nedeni budur: Bu hükümet paraya çok para kazandırmıştır. Hani faize karşıyız diyorlar, faiz lobisi diyorlar ya, onların hepsi palavra. AKP hükümetleri döneminde finans sektörü için ne yapılmış kısaca göz atalım: 2003 – 2014 yılları arasında milli gelir (sabit fiyatlarla) %60 artmıştır. (“biz geldiğimizde 2.000 dolardı, biz 10.000 dolara çıkararak 5 kat arttırdık” söylemi külliyen yalandır. Milli gelir ve döviz kuru enflasyonlu olarak hesap edilir. Hesap edilen bu değerler, 1998 yılının sabit fiyatlarına dönüştürülerek enflasyondan arınmış değerler bulunur.) Sanayi üretimi bu dönemde %70 artmıştır. Ama bankacılık sektörü %154 büyümüştür.

Peki faize bu kadar karşı olduğunu söyleyen hatta bütün suçu “faiz lobisine” atan hükümet gerçekten de faize karşı mıdır? Bu hükümet döneminde faiz için yapılan bazı şeyleri yazayım, siz karar verin karşı olup olmadığına; Bazı faiz kazançlarına uygulanan vergiler hala sıfırdır. Birçok faiz türünde vergiler indirilmiştir. Repo kazançlarında hiç bir şekilde vergi alınmamıştır. Faiz kazançlarının kolayca transfer edilebilmesi sağlanmıştır. Banka faaliyetleri kolaylaştırılmış, banka kazanç vergilerine istisnalar getirilmiştir. Tüketimin aşırı biçimde artması pahasına, bankaların kredi kartı faiz sistemi güvencelere kavuşturulmuştur.

Faiz sistemini ihya edip, ülkeyi üretim olmadan tüketir hale getirerek dışarıya muhtaç eden bu hükümet her fırsatta faizi kötülemektedir. Aslında faizin mutlak kötü olduğunu söylemek de yanlıştır. Son tahlilde bizim gibi ülkelerin borç para bulması gerekir. Bu borcun da bir maliyeti olacaktır. İşte bu maliyet faizdir. Burada önemli olan faizle para almak değildir; önemli olan, 1) düşük bir faizle para almak, 2) aldığınız parayı doğru yerde kullanmaktır. Örneğin, yıllık %10 faizle para alır, yatırım yapar, bu yatırımdan da enflasyon ve diğer giderler düştükten sonra %10 dan fazla kar elde ederseniz faizle para almayı gayet doğru bir karar olarak düşünebilirsiniz. Son tahlilde sermaye birikiminiz yok.

İşte AKP hükümetleri faizle aldığı parayı yatırıma çevirmediği için, dışarıdan gelen sıcak para ciddi bir şekilde azalınca ekonomi çökmeye başladı. Eğer yatırım ve sonucunda üretime dönük bir yapılanma olsaydı, bu gün sıcak para ihtiyacımız olmazdı.

Kısaca Ekonomi, AKP’yi zorlayacak en önemli konuların başında geliyor. Üretime değil de, tüketime yönelik ekonomi politikalarından kaynaklı olarak, ücretler görece düşerken fiyatlar yükseliyor. Borcu olmayan kişi sayısı ciddi anlamda azalıyor. Sermaye, yandaşlara peşkeş çekiliyor. AKP’nin asıl tabanını oluşturan dar ve orta gelirli grup ciddi olarak ekonomik sıkıntılarla boğuşuyor. Birileri de devlet olanakları ile zenginleşirken bu sıkıntıları çeken insanların gözleri gittikçe açılıyor. Paylaşılacak pasta azalıp, pay almak isteyenlerin sayısı da arttıkça bölüşüm daha adaletsiz hale geliyor.

İkincisi “Adalet” Açmazları. On yıllardır süregelen bürokratik kadrolaşma içinde kendine yer bulamayan ve de dışlanan yapılar, AKP hükümetleri sürecinde bu yapıların içine girmeyi bırakın, tamamen kontrolü altına almaya başladılar. Bunu yaparken de, kendilerinden olmayan herkesi “sürecin kutsal kelimesi” ile mahkum ettiler. Bu kelime geçmişte “Ergenekon” du, şimdi “Paralel” oldu. Sorun tasfiye süreci olduğu için, kutsal kelimenin önemi yok. Önemli olan, süreci devam ettirecek kutsal kelimeyi sürdürülebilir halde tutmak.

Her yapı, içinden çıktığı toplum tarafından şekillenir. Bir tarafta hırsızlık oluyor, adaletsizlik oluyor, zulüm oluyorsa, diğer tarafta da az çok oluyordur. Geçmişte nasıl ki “komünistler”, “şeriatçılar”, “solcular” vs bu düzenin düşmanı olarak lanse edildiyse, şimdi de aynısı yapılıyor. Değişen sadece, düşman olarak ilan edilen yapıları ilan eden yapıların değişmesi oldu. Bu gün hukuk sistemi tamamen, iktidarı elinde tutan grubun  aracı kurumu olmuş, hukuk hisselerinden rant elde etmenin manifestosunu yazar hale gelmiştir.

Lakin sorun tam olarak da burada başlıyor. Kendi hukukunuzun mağdurları ciddi oranda artarken, hukuk sisteminizin kazananları belli bir grupla sınırlı kalıyor. Şöyle örnek verelim. Geçmişte din eksenli yapılar daha içe kapanık ve daha gizemliydi. Dışarı ile ilişkilerine daha çok dikkat eder, kendini sürdürebilmesi için gereken kurallara daha çok uyardı. Şimdi durum değişti. Bu yapılar, saklanmak zorunda kalmadan kendini ifade etmeye başladılar. Dışarıdaki hayatı tanıdılar. Sistemin olanaklarından faydalanıp “dünya malının” tadına vardılar. Bunları yaparken de ciddi şekilde bozuldular. On yıllardır sürdürdükleri gizli yapılanma ile gerçek hayat tam örtüşmüyordu. İşte bu durumda kimisi hırsız oldu, kimisi arsız. Hukuk sistemini kendilerine uydurmaya çalıştıkça, uymayan kısımları çıkaramadıklarından saklama yoluna gittiler. Bu durumda birilerini korumak için, birilerini feda etmek gerekti.

İşte AKP’nin hukukla imtihanı, feda ettiklerinin karşılarına dikilmesi ile su yüzüne çıktı. Bu 13 yılda o kadar kirlendiler ve haksızlık yaptılar ki, bütün suçları başkalarının üzerine atıp kurtulmaya çalışmaktan başka çareleri kalmadı. Tam da burada bir yol ayrımı oldu. Eğer yolsuzlukla suçlanan 4 bakanı yargılayabilselerdi o zaman bu gün AKP’nin %50 nin ne kadar üstünde oy alacağını tartışıyor olurduk. Ama bunu yapmadılar. Çünkü bu işler kişilerin değil, yapının ürünüydü. Yani 4 bakanı yargılamaya başlamak, bu yapının birçoğunu yargılamayı gerektirirdi. Bu yapının içinden gelen, hatta kurucusu olan kişiler bile bu duruma tepki gösteriyor artık. Çünkü, ya suç ortaklarınızı arttırıp daha çok bölüşüp daha az pay alırsınız, ya da daha çok pay almak için daha dar kadro ile daha çok risk alırsınız. Aslında bu durum AKP’nin 1. Paylaşım savaşıdır.

Kısaca, hukuk sistemini gittikçe darlaşan bir grubun çıkarı için kullanmak, sadece AKP’li olmayanları değil, AKP’li olanları da rahatsız etmeye başladı. Şiddet ve hukuksuzluk sadece sadece AKP karşıtları ile sınırlı kalmadı, AKP için yıllarca çalışmış ve partinin bu günkü yerinde olmasında ciddi katkıları olan yapıları da tehdit eder hale geldi.

AKP’nin açmazlarına bir çok şey ekleyebiliriz; Avrupa Birliği süreci, Kürt Halkı ile ilişkileri, Komşu Ülkeler ve Dünya ile ilişkiler en başta sayabileceğimiz açmazları.

Durum buyken ve de normal şartlarda böyle bir yapıyı yerle yeksan edecek yeteri kadar gerekçe varken bile AKP gücünden çok şey kaybetmedi. Yapı, bu seçimlerin ardından Erdoğan ve çevresini tasfiye edip yoluna devam etmek isteyecek dinamikleri içinde taşıyor. Çünkü 13 yıl içinde olanların faturası kesilemedi. Bu faturayı ancak en baştaki ödeyebilir. Zaten bu seçimler AKP için de bir yol ayırımı. AKP ya dar bir kadroya teslim olup küçülecek, ya da safralarını atıp yola devam edecektir.

Gelecek yazımda devam edeceğim…



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle


SOSYAL MEDYA


MAGAZİN

'Kızıl Goncalar'ın yönetmeninden eleştirilere yanıt

Yönetmen Ömür Atay, 'Kızıl Goncalar’daki seküler genç kız karakterin ramazan kavramını bilmediği sahnenin gündem olmasıyla ilgili konuştu, eleştirilere de yanıt verdi. Gold Yapım imzalı '...

TEKNOLOJİ

EDİTÖR'ÜN SEÇTİKLERİ

Diyet gıdası krizi: Can kaybı artıyor

Kobayashi Pharmaceutical Co. firmasından yapılan açıklamaya göre, kırmızı pirinç mayası içeren "beni-koji" tüketen bir kişi daha yaşamını yitirdi. Böylelikle şimdiye kadar takviye diyet gıdası "beni-koji" ile bağlantılı ölenlerin sayısı 5'e yükseldi. Ölenlerin cinsiyeti ve yaşı açıklanmadı. 

ÇOK YORUMLANANLAR

ÇOK OKUNANLAR