Yukarı
7

Av. Anıl Selek

Adamlık yaşta değil özdedir 

24 Ekim, 2017

   Uzun yıllar önceydi. Henüz Bütünşehir Yasası ortalıkta yok, belde belediyeleri de doğal olarak şimdikinin aksine yaşamaktaydı. Bölgenin en büyük beldelerinden olan Kaymakçı Belediyesi’nin sözleşmeli vekilliğini yapmaktaydık.  

   Kaymakçı Belediyesi’nin taşınmazlarından birinde de içkili restaurant faaliyet göstermekteydi. Ancak restaurant sahipleri para kazanırken kira ödemeyi unutuvermişlerdi(!) Konu da bizim ofisimize intikal etti. Hem kira alacağını tahsil etmek hem de kiralanan yeri tahliye etmek amacıyla işlem başlattık.  

   Bu arada kiracı ödeme yapmak yerine harici devirle taşınmazın kullanımını başkasına vermiş. Bu kişiler de ellerinde belge olmadığı için ofisimizin kapısını çaldılar. Gelenlerden bir tanesi cezaevinden yeni çıkmış bıçkınca orta yaşlı biri diğeri de o tarihte yanımda çalışan Mustafa Ali Fırtına’nın bir akrabası olarak tanıdığım kişiydi. Önce gayet kibarca “dosya ve evraklar sizdeymiş, bizi belediyeden yolladılar, şu,şu,şu evraklar bize gerekli, almaya geldik” diye belge istediler. Tabii ben de böyle bir talimatın olmadığını ve kendilerine yardımcı olamayacağımı söyleyince bu kez biraz da ağdalı bir şekilde taleplerini ilettiler. Ben yine mümkün olmadığını bu talep için belediyenin yazılı talimatı gerektiğini söyleyip kendilerini yolladım.  

   Birkaç kez böyle gelip gittiler ve “en azından fotokopilerini verin…”’e kadar mütevazı bir talep indiriminde bulunsalar da netice değişmeyince bu kez yardımcım Mustafa’yı gözlerine kestirmişler. Akrabalığı da kullanarak belgelerin fotokopilerini henüz çocuk sayılacak yaştaki Mustafa’dan istemişler. Mustafa bunun mümkün olmadığını kibar bir dille anlatmışsa da “o senin neyin oluyor? Ben senin akrabanım versen ne olur? Kim bilecek? Kimden duyacak? Belgenin aslını istemiyoruz fotokopisi de olur, kimden aldığımızı da söylemeyiz…” diyerek ısrar etmişler. Ancak Mustafa “ha Anıl beyin kasasından, çantasından para almışım? Ha istemediği bir belgeyi izinsiz size vermişim, ne fark eder? Ben bu teklifi duymamış olayım…” diyerek konuyu kapatmış. Bu arkadaşlar daha sonra bana da göz dağı vermeye çalışsalar da netice alamadılar ve Mustafa ile aralarında geçen konuşmalar da bir süre sonra kulağıma ulaştı. Mustafa da konuşulanları doğruladı.  

   O tarihten önce de kendisine madden ve manen güvendiğim Mustafa Ali Fırtına’ya güvenim daha da arttı. Aradan geçen uzun yıllar sonunda iş hayatında yollarımız ayrıldı ancak ne birlikteliğimiz ne de gönül bağımız hiç zayıflamadı. Abi-kardeş gibi her zaman birbirimizin  yanında olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Çünkü Mustafa “adam gibi adam nasıl olunur?” somut bir şekilde göstermişti bana. Ne mutlu o da bizim ağabeyliğimizden memnun kalmış ki bu günlere kadar firesiz dostça kardeşçe gelebildik.   

   Ama hayat hep böyle güzel örneklerle mi renkleniyor? Maalesef hayır! Bazen de çok güvendiğiniz, yakın hissettiğiniz, sırlarınızı hatta evinizi paylaştığınız insanların dost kavramını hiç hak etmediğini üzülerek acı bir tecrübe ile öğreniyorsunuz.  

   Geçenlerde kardeşimin kardeşi diyebileceğimiz birinin başına gelen bir hadise tam da böyle karanlık ve çirkin bir örnek.  

   Kardeşimiz çok yakın hissettiği, çok sevdiği, sırtını dönmekten çekinmediği bir dostunu ziyarete gidiyor. Bu ziyaret sırasında kendisince önemli bazı bilgi ve notları tuttuğu defterini de yanında götürüyor. Kardeşimizin dostu bu bilgi ve notlardan bazılarını bilse de hepsini merak ediyor ve usulca öğrenmeye çalışıyor ancak çok ketum olan kardeşimiz hepsini paylaşmak istemiyor ve ayrıntıya girmiyor. Bizimki bu sırada gelen telefonla oradan ayrılıyor ancak aceleyle çıktığı için defteri unuttuğunu sonradan fark ediyor. Dönüp dönmemek arasında kalsa da kendisini çok sevdiğini söyleyen arkadaşının ona ait özel bir defteri açıp okumayacağını düşünüyor. Nasıl düşünsün ki? Uzun süredir yakın dostlar, birlikte yemiş içmişler hatta yeri gelmiş kader ortaklığı yapmışlar. Kendisini bu kadar tanıyan dostunun güveni yerle bir edecek böyle bir hareketi yapmayacağını düşünüyor. Zira Mustafa’nın yukarıda anlattığım o olayda dediği gibi “ha o defterdeki bilgileri okumuş ha cebinden parasını çalmış, ne fark eder ki?” İşi bitip döndüğünde defter bir kenarda emanete (!) alınmış ve dostunu da gülümser vaziyette “defterin burada kalmış” derken buluyor. Dostlukları daha doğrusu bizimkinin dostluk olduğunu zannettiği garip ilişki devam ediyor. Diğeri ise hiçbir şey olmamış gibi aynı samimiyeti (!) sürdürüyor. 

   Aradan geçen zamanda bizimkisi yanılmadığını anlıyor ve dostunun o gün kendisinde kalan defteri o sırada okumadığını öğrense de daha acı bir tecrübe onu daha da derinden etkiliyor. Dostunun (!) kendisine özel bu defterin fotokopisini aldığını öğreniyor! Bizimkinin yaşadığı travmayı bazılarınızın tahmin edebileceğini düşünüyorum.   

   İşte bir tarafta o tarihlerde çocuk sayılabilecek yaştaki Mustafa Ali Fırtına’nın adamlık nasıl yapılır öğretisi diğer tarafta da adama benzeyen ancak bir çocuğun bile yapmayacağı ucuzluğun ve basitliğin sahibi.   

   “İyi dostluklar, temiz hesaplarla kurulur” demiş Balzac, demek ki bazılarının “kirli hesapları” dostlukları tüketmeye yetip de artıyor. 



Yorumlar

Bu haberde yorum bulunmamaktadir.

Yorum Ekle